Brainard’ın hafızası
Delilikleriyle şehirlerin melankolik anatomisine şiir yazanları hatırlıyorum.
Yüksek binaların çatılarında sonsuzluğa uçmak isteyenleri
Otobüslerin değişmeceli çılgınlıklarında ruhları kendinden geçenleri
Georges Perec’i
Brautigan’ı
Hemingway’i
Cortazar’ı hatırlıyorum.
Nietzsche’nin üst-insan merdiveninin en alt basamağında Kant’ın ahlak felsefesinin paradoksuna methiyeler dizen hayat kadınını
Rene Magritte resminin altında kadının içine girerken parmaklarında ekşimiş vajina suyunun iğrenç kokusunda kendinden geçen lise öğrencisini
Android kukla bebeklerinin mor ışık altında anti-depresif duyarlılıklarını
Enstalasyonvari anti-kurumsal çalışmalar yapanların, galeri duvarlarının tuğlaları arasında yer alan sanatçıların, bohem ve ayyaş ve eşcinsel gözlerinde sokak köpeklerinin rüyalarını
Country’nin olmadığı şehirlerde bir damla yağmurla intihar dramalar yaratan rock’n roll zihinlerin uyuşukluğunun kavramsal zevzekliklerini
Jim Croce’i
Cannet Heat’i
Jim Morrison’u hatırlıyorum.
Blues’un ve yorgunların ve yavaşların ve yabancıların ve cazın hızlı melodisinin paradoksuna kapılanların ve manik depresiflerin ve paranoid şizofreniye muhtaçların, zihinleri karabasana dönmüşlerin, gariplerin, hızlıların, melankoliklerin, İsa’ya,Muhammed’e, Buddha’ ya ihtiyaç duyanların, kayıkçıların, yaşlı denizcilerin, rüya görmeyenlerin, rüyada kaybolanların , Oidipus’un, Elektranın, Homerosun, Dyonsos’un ve Jim Morrison’un …
Andre Breton’u
Tristian Tzara’yı
Rimbaud’u
William Blake’i hatırlıyorum.
Zamanın belirsizliğinde akrep ve yelkovanın üst-üste gelmesinden endişe duyan, olguları parçalayan, abstract expresyonist düşüncenin dayanılmaz ağırlığı altında atlas gücüyle durmaya çalışan zamanın mitolojik karakterini
Caddenin sonunda benzin istasyonundaki pompacı hipsteri
Jimi Hendrix sololarında hippi kadınlarının suyunu akıtan felsefe öğrencilerini
Solgun sarı ışığın altında otuz bir çeken manifaturacıları
Marksizm ve Nihilizm arasındaki tahtaları çürük köprülerde çivileri gıcırdatanları
Yayınevlerinin boktan kitaplarında beyinlerini kusarcasına sayfaları yalayan oralcıları
Beyni burnundan akan politikacıları
David Lynch’i
Tarkovsky’i
Bella Tarr’ı
Roman Polanski’yi hatırlıyorum.
Sinematik görsel kavramları tuvalet kağıdı reklamlarının perde arkasında ezberlemeye çalışan sinema öğrencilerini
Baudrillard simülasyon terimlerini sosyolog olma umuduyla anlayan, anlamayan, anlıyormuş gibi yapan sosyoloji öğrencilerini
Rothko’nun karanlığında dehşete düşüp yere çakılan sanat öğrencilerini.
Tacize tecavüze ve binbir türlü meta-fetişist muameleye maruz kalan adalet heykelinin altında sayfalarca kavramlar altında siklerini sıvazlayan hukuk öğrencilerini
Bizans sanatının, ruhani kiliselerin, engizisyonun, Katolik, Ortodoks ve Protestan terimlerinin metafizik rahiplerinin çarmıha gerdiği sanat tarihi öğrencilerini
Cezanne’ı
Otto Dix’i
Yeni Nesnelcileri
De Chirico’yu hatırlıyorum .
Notre dame’in önünde çift parmakla kızlığını bozan siyahi kadın
Ve onun kanından dünyaya gelmiş melek başlı çocuk.
Ülkenin zamansız yollarında motosikletle yola çıkıp Phaedrus’un hayaletini anımsayanları Ve Zen’in belirsiz kıyılarında hiç’i bulanları ya da zihinlerini delirtenleri.
Retorik profesörlerinin diyalektik nefretlerini
Deniz kıyısında mimiksiz yunan heykeli maskeleriyle ve sivri şapkalarıyla metafizik varlıkları ontolojiye uydurarak mistik ruhlarını tatmin edenleri
Komşusunun çatısından atlayarak ve el sallayarak ıssızlığa, intihar eden ondört yaşındaki kız çocuğunu
Başkalarının anılarını biriktirenleri ve antikacı dükkanında benliklerini parrrrramparça eden depresif cüceleri
Postanede ve bankalarda ve hastanelerde ve kütüphanelerde ve kafelerde, giyim mağazalarında, teknoloji mağazalarında, ofislerde, süpermarketlerde, hukuk bürolarında, bakanlıklarda, anonim şirketlerinde, silah fabrikalarında, cennette, cehennemde, arafta ruhlarının gölgelerinde, esriklik içinde, midesinin sol köşesinde, içi boşalmış azı dişinin diplerinde, tümevarımda, tümdengelimde, diyalektikte, metafizikte, ameliyathanelerde, polikliniklerde, tamponlu amlarda ve sperm borusunda ve beş lira yetmişbeş kuruş… tanrıların sanrılarında, filozofların sanrılarında, Fluxus sanatçılarının sanrılarında, distopyada, ütopyada, burjuva hastalıklarda…
Zift siyahının tinlerinde vızıldayıp, şeker kamışı düşleyen bir bok böceğinin gözlerinde kendinden geçenleri hatırlıyorum.
Ve gün içinde her canlının ölümü için verdiğim
İki lira
Altmış kuruş
Ve
12 saat
20 dakikayı
….
Hatırlıyorum.
Comments
Merhaba bu metnin yazarını öğrenebilir miyim lütfen? Kendisine teşekkür ederim.
figgy.wuh