R- Rus Pazarındaki Kelebekler için R
Bildiğim bütün hikayeleri sonuncu kelebeğin üzerine okudum. Duyduklarım. Okuduklarım. Yaşadıklarım ve uydurduklarım. Ekinoksun birinci saatindeydik. Ocağın üzerindeki tencerenin dibinde küflenmeye terk edilmiş hazır çorba artıklarını mideye indiren cinlerin homurtuları eşliğinde.
Ceset yatak odasındaydı bu sırada. Kime ait olduğunun önemi yok. Bir kere öldükten sonra tüm ölüler birbirine benzer zira. Ezberlediği şarkıları söyleyemez, kabuslarını anlatamaz, parmak uçlarıyla eşyanın keskinliğini test edemez vaziyete düştükten sonra. Yine de toprağa karışmaktan iyidir ama bir kelebeğe sahip olmak.
Dokuz taneydiler. Dediğim gibi, bu sonuncusu. Rus pazarındaki şu topal oyuncakçıdan almıştım onları. Basit mekanizma, ucuz oyuncak. Bakır kaplama. Her biri birer karış uzunluğundaki kanatlarını iki yana açmış ayaklarının üzerinde durur, göbeklerinin tam ortasındaki mandalı sonuna kadar çevirip bıraktığınız zaman kanatlarını çırpa çırpa yürümeye başlarlardı. On dokuz, yirmi, yirmi bir adım. İrili ufaklı rengarenk benekler serpiştirilmişti kanatlarına. Paslanıp yok oldular sonra. Hava yedi süslerini, çırılçıplak kaldılar.
Birinci kelebeği mahalleden Murat için hazırlamıştım. Lise okuyordum o sırada. Trabzon. Yomra. Yomra’yı bilir misiniz? Okulun hemen karşısındaki tek edilmiş deponun arka tarafında. Bir Aralık akşamıydı. Sınıftan çocuklarla sigara döndürdüğümüz köşede çevirdim birinci kelebeğin mandalını. Patlak botlarımın ucundaki Kısa Maltepe izmaritlerimi dürte dürte. Sarışın oğlanlara bayılırdı mahalleden Murat. İlkokul çocukları. Kelebeğin üzerine onunla alakalı bildiğim herşeyi okuyup üfledim. Sonra bıraktım yere, izmaritlerin ortasına. On dokuz, yirmi, yirmi bir adım.
Durdu. Sonra titreye büküle dönüşmeye başladı. Anteni, kanatları, mandalı kayboldu. Bizimkinin suretine büründü. Minicik, korkmuş, anımsadığımdan ihtiyar vaziyetteydi. Bir şeyler söylemeye çalışıyor, yerinden kıpırdayamıyor, titriyordu. Eğilip ölçtüm, iki karış uzunluğundaydı. Gelirken yanımda getirdiğim kabın içine koydum pezevengi, sonra çıkarıp işedim üzerine. Tencere yarısına dek doldu sarı sarı. Yüzmeye çalıştı, beceremedi. Haykırdı, sesini duyuramadı. Sonra ağır ağır dibe battı.