İnsanlar izin verdiğimiz kadar hissettiriyorlar. Ve davranışlarımızın şekillendirdiği duyguları yaşıyoruz.
Bazen kendimizi çok büyük görüyoruz. Hak ettiğimizi iddia ettiğimiz değerlerin yoksunluğuyla bunlara sahip olan o ‘mükemmel’ insanlara imreniyoruz. İstediklerimize sahip olanları kıskanıyoruz. Hak ettiğimizi iddia ettiklerimizle mükemmele ulaşmaya çalışıyoruz. Bu hak ettiklerimiz diyebilme lüksünü bize kim verdi, biz neye göre bir şeyleri hak ettiğimizi sanabiliyoruz, hak etmek için ne yaptığımızı zannediyor, bunu neyle ölçüyor ve nasıl bir kibirle konuşup duruyoruz, bilmiyoruz. Zaten sahip olduğumuz onca değerin yokluğunu hiç yaşamadığımızdan ya da varlıklarına alıştığımızdan bunları küçümsüyor, unutuyor ve tabi ki de sahip olmamız gerekiyormuş gibi narsistleşiyoruz.
Sahiplik nedir? Neye sahip olabiliriz ki bu hayatta? Halbuki sahip olmamız gerekiyormuş gibi çaresizce her şeye tutunmaya çalısıyoruz. Koleksiyon yapmayı güzel bir hobi olarak kabul ediyor, bedenini ön plana çıkararak kozmetik birikimi yapan kadınları güzel ilan ediyor, kadını kendi malı olarak kabul eden erkeklerin kıskançlıklarını bir erdem kabul ediyoruz. Sahiplik arzusunu beğenilerimiz ve onaylamalarımızla taçlandırıyoruz.
Psikolojimizdeki günlük iniş çıkışlara aşırı duyarlılaşıyor, internetten yaptığımız ufak araştırmalar ve boş testlerle kendimize bipolar veya borderline tanısı koyup doktora da koşmuyor, kişilik bozukluğumuzun ilanının partisini veriyoruz. Uçlarda gidip gelen bir kişiliğimiz var, diğer herkes durgunluğun ve basit dertlerin keyfini çekiyor, biz özeliz. Aslında nefret beslenilen en yakın arkadaşımız şaraba yaslanıyor, güvenimizi boşa çıkarmayacağını ve hiçbir yere gitmeyeceğini bilerek huzurla gecenin koynunda uyuyakalıyoruz. Sanki her bir insanın psikolojisini yaşayıp görmüşüz gibi kendimizi anormal, geri kalan tüm insanları normal kabul ediyoruz. Empati yapma gereği duymak bu devirde fazla bir çaba gerektirir, uğraşamayız. Zaten başkasını anlamanın ne anlamı var? Onlar yaşadığımız acıları biliyorlar mı? Bilmek istiyorlar mı? Kim bir başkası için gerçekten uğraşıyor? Kim, kime, neden önem veriyor?
Arkadaşlığın, aşkın ve hatta ailenin temelinde ufak bir çıkar ilişkisi yok mudur? Fedakarlık yaptığın ölçüde ilgi ve alaka beklemek, yapılan fedakarlığı hiçe saymaz mı? Zaten dürüstlüğün nedeni de dürüstlük beklentisi değil midir?